Artık İstanbul’da yapılacak bir şey yoktu. Hareket noktası kesinlikle İstanbul’un dışında idi. O noktayı bulmak ve oradan bütün milleti gerçek hedefe sevk etmek gerekiyordu. Bunun üzerine günlerce düşündüm, sınırlı bazı arkadaşlarımla fikir alışverişinde bulundum. Onlar da benimle hemfikir oldu. Ben önce herhangi bir şekilde Anadolu’ya geçmek ve orada milletin düşünce ve duygularını bir defa daha yoklamak ve ülkenin kaynaklarını takip etmek istiyordum.
Anadolu’ya geçmekteki esas amacım, Anadolu’nun ortasında ve Türk milletinin büyük kitlesi içinde, Türk milletinin yüksek karakterine ve sarsılmaz azim ve imanına dayanmaktı. Bundan başka hiçbir önlemin ülke ve milletin derin yarasına deva olamayacağına kesin kanaat getirmiştim. Sağlam kuvvetin doğrudan doğruya millet olacağı kanaati bende çok güçlü idi.
Ancak şu da vardı ki, İstanbul’da olup bitenlerden, yapılan girişimlerden ve özellikle durumun ağırlık ve fecaatinden milletin haberi yoktu. İstanbul’da oturup milleti haberdar etmek imkânı da kalmamıştı. Dolayısıyla yapılacak şeyin İstanbul’dan çıkıp milletin arasına girmek ve orada çalışmak olduğuna karar verdim. Evet, yapılacak şey mutlaka anavatanın içerisine girmek ve milletin sinesine, kucağına atılmak, onlarla hemhal ve hemdert olarak en son kararının alınmasına girişmekle mümkün olacaktı. Düşündüğüm şu idi: Her tarafta çeşitli adlar altında birtakım kuruluşlar başlamıştı. Bunları aynı program ve aynı ad altında birleştirerek bütün milleti ilgilendirmek ve bütün orduyu da maksadın hizmetine koşmak lazımdı.
Bunun uygulama şeklini düşündüğüm ve bazı arkadaşlarla müzakere ettiğim sıradaydı ki, Anadolu’da yetkisi oldukça geniş ordu müfettişliğini kabul edip etmeyeceğim soruldu. Tereddütsüz, memnuniyetle kabul ettim. Anadolu’ya bu şartlar altında geçtiğim takdirde fazla hiçbir inceleme ve araştırmaya gerek kalmaksızın düşüncelerimin, en elverişli bir uygulama alanı bulabileceğine emindim. Tam hareket günüydü ki, düşman İzmir’i haydutçasına işgal etmek suretiyle millete büyük bir suikast örneği vermiş oldu. Artık sarsılmaz bir şekilde kararımı vermiştim: Anadolu’ya gideceğim, bütün yetki ve vasıtalarımla milleti durumun hakikatinden haberdar edeceğim. Ulusumuzun bağımsızlığına vurulmak istenen darbeye karşı direnme ve savunma vasıtalarını hazırlamaya çalışacağım.
İcraatımın zorluğa uğratılmaması için mümkün olan yardımlarını rica ettim. Vapura binmeden önce Bâbıâli’ye uğradığım zaman, Yunanlıların bu tecavüzünü gaflet içinde haber alan Vekiller Heyeti toplantı halinde bulunuyordu. Benim gelişimden haberdar olunca, müzakerelerini keserek, bir kısmı yanıma geldi: “Ne yapalım?” dediler. “Kahramanlık gösteriniz” dedim. “Bunu burada nasıl yapabiliriz” dediler; yine “burada yapabildiğiniz kadarını yaptıktan sonra devam edebilmek için benim yanıma gelirsiniz” yanıtını vererek ayrıldım.
Dediğim gibi, İstanbul’dan tam Yunanlıların İzmir’e çıktığı gün ayrıldım. Beni Samsun’a götüren vapur, Boğaziçi’ni terk ederek Karadeniz’e girerken, İstanbul ufuklarına baktım ve orada her türlü savunmadan men edilmiş, kalp ve vicdanları kan ağlayan, beyinleri yanan İstanbul halkı için ağladım. Ancak bu sevgili kardeşlerin mutlaka kurtulacağına o kadar emindim ki, bu güven benim için avunma sebebi oldu.
Bu güzel ve değerli şehirde yabancı askerler ve subaylar dolaşıyordu. Şehir halkının içeri ile bağlantısı, Merzifon’da bulunan yabancı askerlerle kesilmişti. Karadeniz’e açık olan bu şehir ve onun vatansever halkı, düşman donanmasının toplarıyla tehdit altında bulunuyordu. Fakat bütün bunlara rağmen ben Samsun’u ve Samsun halkını gördüğüm zaman ülke ve millete ait bütün düşüncelerimin, kararlarımın kesinlikle gerçekleştirilebilir olduğuna bir defa daha kuvvetle inandım.
Görüyordum ki, ülkenin ve milletin eğilimleri, bağımsızlık savunmasında tereddüt edenleri utandıracak konumda bırakabilecek yüce bir mahiyettedir. Samsunluların hal ve durumlarında gördüğüm, gözlerinde okuduğum vatanseverlik ve özveri; ümit ve düşüncelerimi sağlam kanaate ulaştırmaya yeterli olmuştu. Bu kanaatimi o zamanın İstanbul ricalinin en büyüklerine bildirmekte gecikmedim. Fakat onlar ülkeye ve millete değer vermekte çoktan düşmanların bile gerisinde kalmıştı. Gerçekten iki yıldan beri bütün dünyanın tanık olduğu olaylar, düşüncelerimde isabet ve milletin azim ve imanında sağlamlık olduğunu gösterdi.
Samsun’a ayak bastığım dakikada aldığım ilk önlem; Samsun ve havalisine dair, maiyetimde bulunanlara gereken emirleri ve talimatı vererek hemen güneye yürümek oldu. Ordu müfettişi sıfat ve yetkisi henüz üzerimde iken, örgütlenme noktasından işe başladım ve maksadıma az zamanda ulaştım. Takip ettiğim çalışma tarzını öğrenince, beni İstanbul’a getirtmek istediler. Hiç kuşkusuz İngilizler tarafından Malta’ya sürülen mebusların kaderini paylaşmam için beni İstanbul’a çekmenin yollarını arıyorlardı. Bu daveti yanıtsız bıraktığım için Padişah araya girdi ve beni geri çağırdı. Arabayla gidecek kadar yeterli benzine sahip olmadığım mazeretini bildirdim ve sonuçta istifa ettim.
Bütün yetkilerimden arınmış olarak kendimi bütünüyle hayatımın amacı haline gelen millî çalışmalara adadım. Anadolu’daki bütün subaylar ve illerdeki memurlar beni tanıyordu. İlk davetimle yanıma geldiler ve mücadele bilinen koşullarda yürütüldü. Milletin bir bireyi olarak Erzurum Kongresi’ne katıldım. Kongrede belirlenen esasları bütün ülkeye yaymak amacıyla Sivas’ta da bir kongre yapıldı. Bu kongrelerin doğurduğu Heyet-i Temsiliye adlı heyetle kongrelerin esaslarını takip ettik ve uyguladık.
■ ATABE, Cilt.11, 12, 14, 15, 16, 17.
Prof.Dr.Cihan Dura
Cihan Dura 5 Mayis 1940’da Ankara’da doğmuştur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Şubesi’nden 1964 yılında mezun oldu. 1968’de iktisat alanında doktora yapmak üzere Devlet burslusu olarak Fransa’ya gitti Yurduna döndükten 2 yıl sonra, 1979’da Balıkesir İşletmecilik ve Turizm Yüksek Okulu’nda Dr. Asistan olarak hizmet imkânına kavuşabildi. O tarihe kadar Milli Eğitim Bakanlığı Planlama Araştırma ve Koordinasyon Dairesi’nde memur, (1975-1976), Ticaret Bakanlığı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü Yabancı Sermaye Şubesi’nde (1976-1977) uzman, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü’nde proje değerlendirme uzmanı (1977-1979) olarak çalıştı. Kasım 1982’de “iktisadi gelişme ve uluslararası iktisat” anabilim dalında doçent unvanını aldı. 1984 baharında naklen Erciyes Üniversitesi İİBF’ne atandı. O tarihten itibaren bu fakültenin İktisat Bölümü İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat anabilim dalında öğretim üyesi olarak çalıştı. Mart 1989’da aynı anabilim dalında profesörlüğe yükseltildi. Mayıs 2007’de emekli oldu. Cihan Dura Ekim 1977 de, Nevin Tüzün’le evlenmiştir. İki çocuk sahibidir.